Log in
Sefer Aşır Eraslan

Sefer Aşır Eraslan

Sefer Aşır Eraslan

Web site URL: http://www.gemlikgundemgazetesi.com/seferasireraslan

SAVAŞIN ÇOCUKLARI

  Savaşlar en çok çocukları etkiler.En çok savaş çocukları mağdur olur.Bu, savaşın öldürme mücadelesi olmasından kaynaklanan bir durum.Eski savaşlar yıllarca devam ederdi. Neticede de kimin kazandığı belli olmazdı bazen. Herkes kendi topraklarına çekilir, ölenler ile harcanan imkanların israfı kalırdı.İran-Irak savaşı tam böyle bir savaş.Batılı haydutlar bu iki akılsızı vuruşturdular.On yıl süren savaşın sonunda kazanan belli olmadı.Hızını alamayan Saddam Kuveyt’i işgal etti.Ordusuz Kuveyt hemen teslim oldu.Bakınız Kuveyt kadar toprak parçasına sahip ancak petrolü olmayan hatta insanların açlıktan ölen, başkanlarına zorla ve daha fazla feryad-ı figanla ağlamayanların cezalandırıldığı komünist Kuzey Kore…Küçücük bir ülke ama atom bombasından şimdi de hidrojen bombasına kadar bütün modern silahlar elinde mevcut.Dünya devi denilen hemen burnunun ucundaki Çin diş biliyor ama gücü yetmiyor.İşin sonunu hesap ediyor.Japonya küplere biniyor lakin onu da hiç takmıyor.Ya dünya kabadayısı ABD,çaresizlikten ne yapacağını bilememekte, çareyi BM’yi toplayıp faydasız kararlar aldırtmaktadır.Rusya bize gösterdiği tavrı onlara göstermemektedir.Ya komünist olmasından dolayı veya göründüğü gibi bir dev olmadığı ortaya çıkmasın diye arazi olmaktadır.İşte bağımsız devlet..İşte kimsenin yan bakamadığı boyu gibi küçük olan lakin etkisi boyundan büyük Kuzey Kore…Hemen güneyindeki bizim Trakya kadar bir toprağa 40 milyonluk nüfusa ve 40 bin dolarlık adam başı milli gelire rağmen huzur bulamayan Güney Kore… Irak ve Suriye karmaşasında da en çok çocuklar perişan oldular.İşte deryalarda boğulanlar…İşte yollarda heder olanlar.Bunlardan birisi de Aylan bebek adıyla maruf Suriyeli bir Kürt ailenin küçük kızı…Baba silah kaçaksı,baba insan kaçakçısı, baba kendi ailesini de kaçırırken denize düşen kızını yakalayamayıp elinden kaçıran ölüme sevk eden,insan kaçakçısı, savaş babası.Savaşın acılarını ganimete çevirmiş bir duygusuz,his yoksunu, taş kalpli,canavar adam…Şehit olan genç yaştaki uzman çavuşların kimi yaşını doldurmamış kimi kucakta ağlamaktan bile aciz çocuklar..Gerçek savaş mağduru, savaş çocuğu bunlar… Bakınız gerçek savaş çocuğu, gerçek savaşa giden kahraman Türk evladının hikayesi…

Yemen’e gidenin akıbeti dahi belli değildir.Kafkasya savaşlarına katılanların kaçı geri sağ salim döndü bilinmez.Rumeli’ye gidenleri daha büyük bir acının, kederin beklediği bilinmezdi.”Enver gelmesin de Bulgar gelsin“diyen Müslüman kesimin bağnazlığı, yobazlığı şimdiki ile aynıdır. İşte onlardan birisi de Yemen Savaşına giden bir babanın mektubu vardır. Küçük oğluna tavsiyeleri ile okur-yazarlığı olmayan hanımına tavsiyeleri vardır. Hanımı okur-yazar olmadığı için bu mektubu başkasına okutma, oğlan okula gidip okumayı söktükten sonra ona okutursun” diye tavsiye etmiş.Hatta bunu iyi saklamasını tavsiye ederken çok önemli bir sırrın içinde saklı olduğunu söyler.Ya savaştan dönünceye kadar açmayacak,okutmayacak başkasına veya okula başlayıp okuma yazmayı öğrenen oğlu okuyacak.Hanımı zavallı bu kadar kıymetli mektubu muska şeklinde üçgen şeklinde katlayarak oğlunun omzuna dikerek saklamayı düşünür.Böylece  daha garanti,daha sağlam saklama metodunu keşfetmiştir.Zaten emanet eden de onun saklanması gerektiğini tembih etmişti ya…

Bunun muska olduğunu da anlatır küçük oğluna. O çocuk da inanır  ki bu muska, bunun bir şifa kaynağı olması düşünülerek omzuna dikilmiş, asılmıştır. Aynı zamanda manevi bir değerinin olduğuna da inandıklarından onu açmak okumak hatta yere düşürmek bile hoş karşılanmaz. Çocuk okula başlar, omzundaki muska ile.Diğer arkadaşları da inanmaktadır ki muska hastalıklı, psikolojik hastalığı olan, deli, cinlerin tebelleş olduğu insanların bu belalardan kurtulunması için alınırdı. Kimse nereden bilsin ki bu çocuğun babası askere, savaş giderken,mektup yazmış,bu sırların ortalığa yayılmaması için mukaddesleştirilmiş, muskalaştırılmış olan bu mektuptur.

Çocuk sınıfta bir gün oyun oynarken arkadaşları onu oyuna almazlar. Sebep,”senin omzunda muska var.Sen delisin,bir delilik yapar veya düşer ölürsün de başımıza bela olursun” diye oyuna almazlar. “Ben deli değilim, cinli değilim, bu bana babamdan hatıradır muska değildir” dese de gülüşmelere engel olamaz. Laf dinletemez onlara. Çocuk üzülür, küser, ağlayarak bir kenara çekilir, ağlar ağlar…Aniden çantasını alıp koşarak eve gelir. Olanları anlatır. Oyuna alınmamasına sebep olan muskayı takmak istemez. Çünkü muska ile alakalı bir hastalığı yoktur. Ancak anası hatıra olan, babasından kalan bu mektubu oğlanın aklı erdiği zaman okutmak gayesindedir. Oğlanın üzülmesine bakarak açtırır bu muskayı.

“Ey oğul! Ben Yemen’e savaşa gidiyorum.Şayet savaştan sağ salim dönersem seni bilmem kaç yaşında bulurum.Şayet sağ salim dönemezsem bu mektubu iyi oku, tavsiyelerime dikkat et.İşte o zaman huzura kavuşursun,mutlu yaşarsın.Çünkü bunlar sana bir hayat dersidir.Ben Arap diyarına İranlıların  yaptığı savaşa gidiyorum.Bu iki millete güvenme,inanma.Çünkü İran da Arap da kalleş olur,dönek olur hain olur.Komşularla alakayı kesme.Sonun kadar da güvenme hiç kimseye.Anan,ana vatanın,  anadilin senin en değerli varlıklarındır.Düyada İngiliz en oyuncu,en kalleş, en zalim millettir onlara karşı tedbirli ol.Rus asla Türk’e dost olmaz,onların zaman zaman dost gibi görünmeleri seni aldatmasın.Asya’daki kan kardeşlerinden uzaklaşma.Onların kusurlarını affedici ol.Evimizi sırrını başkaların açma.Sen söyleme dostuna dostun söyle dostuna.Mutlaka bir ekmek getireceğin işin olsun.Kim kazanamaz bir ekmek parası,dostunun yüz karası,düşmanın maskarası.”Vatanını,dilini,dinini,aklının ahlakının,şeref ve namusunun,bayrak ve bağımsızlığının velhasıl bütün mukaddeslerinin davacısı olamalısın.Madde çukurun deblenenlerin kubur böceğinden farkı yoktur unutma.Vatan tehlikeye düştüğü zaman kim var denildiğinde sağına ve soluna bakmadan”ben varım” derecesinde bir cesaretin kahramanlığın sahibi olacaksın.Benden başka kim var” demek korkaklığın işaretidir.Sen tek başına da olsa atılacak en önde gideceksin sellercesine.

Çocuk mektubu okuyunca muska olmadığı anlaşılınca çocukta bir sevin bir sevinç ki hiç sormayın.Ya anasındaki hüsran,hasret, yeniden depreşen gönül ağrıları…Melali bilmeyen bir nesle aşina değiliz” elbette.Sen de bu melalin izmihlale dönüştüğü zamanda yaşamakla ne büyük bir sorumluluğun altına girdiğini unutmamalısın.

DEMOKRASİ ELBİSESİ

Batılı ülkeler bir elbise diktiler.Kendi terzileri,kendi kumaşlarından,kendi ölçülerine uygun,kendi tarzlarında ve kendi arzularına uygun bir elbise.Adına “demokrasi” dediler.Bu elbise onların bedenine uygun bir elbiseydi.Zamanla bu elbiseden almak,bu elbiseyi giymek ve o elbiseyi giyenlerin gurubunda olmak için can atanlar oldu.Niçin  yaptılar bunu? Bu iş batılıların hoşuna gitmedi. Çünkü kendilerindeki gibi orijinal bir elbise olmamalıydı. O elbiseye, o orijinal halindeki elbiseye ancak batılı devletler,Hıristiyan milletleri layıktı. Başkasını insandan saymadıkları için bu elbiseyi de onlara uygun bulmadılar.Öyleyse bu elbiseyi pazarlamak için o satış tekniklerini, reklam usullerini kullanarak aynısı olmasa da aynısıymış gibi satmaya çalıştılar. Onun uydurma, bambaşka bir elbise olduğunu kimse sezmemeliydi. Bunun için de bir formül buldular.”Tam size göre, tam sizin için, tam sizin beğendiğiniz kumaştan” diyerek aldattılar. Hem elbiseyi sattılar, hem de o elbise yırtılırsa, bozulursa veya bir tehlikeyle karşı karşıya kalırsa hemen müdahale edecek ekipleri de, koruyucuları da verdiler. Kiminin elinde zehirli iğne, kiminin elinde silah, kiminde koruyucu naftalin gibi karbon artıklarından üretilmiş maddeler vardı. Uysa da uymasa da sırf batılı olmak için alanlar oldu.Bizim ahmaklar gibi hiç tereddütsüz  batılı olduğu için aldılar. Orijinalinden verin diyen olmadı maalesef.

Zaten batılı emperyalistler, kara Afrika’ya gittiklerinde, perişan Asya’ya vardıklarında önce “sizi Avrupalı yapacağız” dediler.Yerliler itiraz ettiler ve” ne zararı var şu andaki halimizden, biz memnunuz, biz biz olarak kalmak istiyoruz” dediler.Bu defa kandırmanın başka bir şekli olan,”batılı yapalım” teklifini sundular.Buralarda yaşayanlar itiraz ettiler ve ”biz doğulu olmaktan mutluyuz, değişmek istemiyoruz” dediler. Bu plan da tutmayınca  nazlı gelin misali süsledikleri, allayıp-pulladıkları demokrasiyi teklif ettiler. ”Sizi demokratikleştireceğiz” dediler. Buna fazla itiraz olmadı. Herkes bünyesine göre bir demokrasi ile tanışacağını zannederken onlara hazır elbise giydirilmek istendi.Hem de daracık elbise deneme mekanlarında. Bu arada unutmamak lazımdır ki bizim aydınlar hem “batılılaştırma “teklifine hem de “demokrasi” teklifine balıklama atladılar. Bu, onların aşağılık duygusu içinde olmalarından kaynaklandı. Hep söylerlerdi ya “biz adam olmayız bizi batılılar adam etsin” laflarına uygun olarak işte batılıların tam da adam etmek için, adım attıkları zaman olarak gördükleri bu teklifleri hemen kabul ettiler. Hem de taa Tanzimat’tan beri bu aydın kılığındaki aşağılık adamların problemleriyle uğraştığımızdan iki adım ileri gitmeye zaman kalmamaktadır. İşte “Kürtçülük,işte mezhepçilik,işte kabilecilik” yıllardır uğraştığımız ancak bütün enerjimizi oralara saf ettiğimiz için ilerlemeye zaman bulamadığımız sıkıntılardan birisi de ne kadar demokrasi,hangi demokrasi” gibi tartışmalardır. Afrika’ya kölelik getiren, yıllardır toparlanamayacakları bir sıkıntı getiren bu vaatler Asya’ya da zulüm getirdi, katliam getirdi, fakirlik getirdi, toplu yok oluşlar getirdi. Bize ne getirdi derseniz, bize de koruyucu ve kollayıcılarının canı istedikçe ihtilal, uygun ortam buldukça terör ve göz yaşı,kamplaşma ve bölünme getirdi. Böyle bir süslü ve nazlı gelin olabilir mi? Hani sevecektik, hani ondan ayrılmayacak, sıkı sıkıya sarılacaktık? Bu kullanma kılavuzlarındaki bilgileri okuyarak demokrasiyi kollama ve kurtarmaya meraklı olanlar bize hep göz yaşı, kan ve keder olarak yaşattılar, pişmanlık olarak geri  döndü.

İşte Afganistan’ı ve Afgan milletini çok seviyor ve düşünüyorlarmış gibi, Iraklı dönekleri çok seviyorlarmış gibi girdikleri ve adına “demokrasiyi yerleştirmek” dedikleri bu  işgal hareketi hep acı, hep kan ve cana mal oluş olarak hala devam etmektedir.Daha karmaşık daha kötü, daha acılarla dolu daha berbat bir ülke bırakarak kaçmak isteseler de henüz zenginlikler tamamen tükenmediği için sonunu alıncaya kadar bu şekilde yerlileri vuruşturup kendileri çalmaya devam edecekler ve adına da demokrasiyi yerleştirme hareketi” diyecekler. Sevsinler sizin cicli bicili demokrasinizi. Hem biz süslüsünü değil sade ve süssüz güzelimizi arıyoruz. Halktan yana halkın tam da kendisi olan sistemi. O zaman işte “raydan çıkıyorsunuz” diye başımıza balyoz indiriyorlar. Rayına sokacakları demokrasi gözümüze sokulan ölüm okları haline dönüşüyor. ”Olmaz sizin söylediğiniz size layık değildir size bizimkilerinden verelim “diyorlar. Ama ben ne istediğimi hangisini sevdiğimi senden öğrenecek değilim ki. Beni sıkan beni perişan eden, bana bol gelen, bana yakışmayan bir elbiseyi giymek istemiyorum” dememe de izin vermiyorsun. O zaman “onun neresi demokrasi söyler misiniz?” dedik ama dinleyen olmadı. Gönüllü demokrat olmayanları da zorla demokrat yapmayı kafaya koyan batı bunu becerebilmek için gökten bomba yağdırdı. Semadan ölüm indirdiler uçaklar dolusu. Yerlerden ölü fışkırdı sayısı binler, milyonlarca Batılı mutluydu çünkü işleri yolundaydı. Bu adla sömürdükleri yerlerin bu defa turizm adıyla namusuna göz diktiler. Onları böyle perişan rezil ettiler. İşte utanmaz arsız ve insanlıktan nasibini almamış batı, gerçek batı budur. Zaire’ye “Demokratik Kongo “demekle ne demokrat oldu, ne de yamyamlar azaldı.  Dün de  bir komünist SSCB vardı Putin’ler yetiştiren SSCB. Başkalarını ateist yetiştirirken, ateizm sorularını bilim sorularından evvel sorarken yeni doğan Putin’i gizlice (alakası yok bilinerek, kimse fark etmeden) vaftiz ettirmeye götürdü anası. Babası da, rejim de bilip de bilmemezlikten geldi. Yani edebiyattaki sanat anlayışına göre “tecahül-ü arif” yani bilip de bilmezlikten gelme sanatını icra  ettiler. İşte o Putin şimdi dünyaya meydan okuyor. Gizlice vaftiz edilen adam, alenen kabadayılık yapmaktadır. Bizim ahmaklar da “Moskova duymasın diye” evindeki Kuran’ı bile sakladı. Hani bunların adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti idi. Böyle cumhuriyet ancak böyle demokrat adamları yetiştirmiştir. Kendi milletini oldukça öz kültürüne, töresine bağlı yetiştirenler, bazı ahmakların korkaklığını da kullanarak ”yeryüzü vatanım, insanlık milletim” diye köksüzleri, ruhsuzları, bir lokma çörek için her kapıda kuyruk sallayan varlıkları yetiştirdiler. Hem SSCB, hem de kızıl Çin, sözde demokrat, cumhuriyet olan bu sistemlerin Uygur Türklerine, Ahıskalılara,Tatarlara ve diğer rejim muhaliflerine layık gördükleri sürgün zulüm, soykırım, acı  ve kederdi. Hani demokrasinin tarafları? Hani birbiri ile kıyasıya yarışan demokratik yarış içerisinde olan taraflar. Birisi Aleksandr Soljenitsin’in Gulag Takım Adaları’nda anlattığı Sibirya’da sürgün kızıl zindanlarda darağacı ve işkence oldu.Diğeri de yine Nobel ödüllü Dr.Jivago idi .Verilen  Nobel’i reddeden bu Rus milliyetçisi elbette mutluydu.

Sömürdüğünüz ülkede ilaç yok ekmek yok,hayat şartları oldukça ilkel,peki siz bu adamlara hangi demokrasiyi getirdiniz de karınları doydu,evleri şenlendi,üstleri elbise gördü,ağrıyan bedenlerinin sızısı dindi.Milyonlarca insan en basit katarakt hastalığı sebebiyle kör olmaktadır sizn kör olası demokrasinizin yüzünden.Mali’de çoğunluk Hıristiyan…Bunlar müslümanı öldürürken”demokratik haklarını” kullanır,tersi olunca Fransız ordularıyla ölüm müdahalesi hakkını kullanır. Angola’da Huti’lerle,Tutsi’leri vuruşturup milyonlarca insanı katlettiren Almanya şimdi de doğumuzdaki PKK eşkiyasına silah vererek Türk-Kürt savaşı çıkarmaya uğraşmaktadır.Utanmaz batılının hangisi insan,hangisi herkesi kendisi değerli bir yaratık olarak görür?Hiçbirisi asla …

Son zamanlarda ortaya atılan ve sonuna geldiğimize inandığımız defalarca yazdığımız birBOP palavrası…Fas’tan Pakistan’a kadar olan coğrafyada huzur yoktur bu BOP yüzünden.Aç ve perişan olan ,Müslüman olduğu Pak olan Hint ile aralarında ne fark var daHindistan’ı da bu projenin içerisine sokmuyorsunuz da Müslümanları bu yalanla katlediyorsunuz?Hint yarım adasında yaşayanların önce ekmeğe,ilaca,başını sokacağı bir eve ihtiyacı var.Demokrasiye de cumhuriyete de “gereksiz” olarak bakmaktadırlar.Mollaların idaresindeki İran ne kadar cumhuriyet olmaya layıktır?Hangi cumhur bunlara demokratik yollarla güç vermiş imkan vermiştir?Batılılar istemedikleri,arzu etmdikleri,hoşlarına gitmeyen demokrasi hareketlerinin kimisini “terörist” kimisini”dinci” kimisini “batı düşmanı” diye ezmektedir.İşte Filistin…HAMAS’ ın kazandığı zaferi kabullanemeyen batı,kendi çıkarlarına karşı olacağını düşünen batı”terörist” dediği bu adamları İsrail sopasıyla perişan etmiştir.Cezayir’deki FIS hareketinin demokratik yollarla seçimle kazandığı başarısını uşakları aracılığı ile boğmuş milyonlarca insan telef olmuştur.Hani demokrasi getirecektiniz?Niye boğuyorsunuz?İşte yılların Firavun’u Hüsnü Mübarek’i indiren ve demokrasinin temeli olan seçimle başa geçen  idareyiİhvan hareketini”aşırı dinci” yaftasıyla zindana atan,Kahire sokaklarında göğ ekinler gibi yere seren batı…İİşte Pakistan’daki yıllarca bitmeyen batı müdahalesinin getirdiği kaos ve göz yaşı…Pervez Müşerref kitabı olan”Ateş Hattında On Yıl” kitabında anlattıkları:

“ABD savunma bakanı ,dışişleri bakanı ve başkan yardımcısı geldiler.Talibanı yok etmelisiniz dediler.Ben de siz yok ediniz ne duruyorsunuz öylekolaysa dedim.”Öyleyse İslamabad’ı bombalarız”dediler.Ben de biz de boş durmaz elimziden geleni yaparız” dedim.Beni tehdit ettiler.Onlar gittikten sonra adamlarımı toplayıp neler yapabileceğimizi konuştuk.”Bu olanları oğul Bush’a anltıyor.Resimde görüldüğü gibi Bush onu bırakıp nezaket kurallarını hiçe sayarak kaçrcasına uzaklaşıyor.İşte demokrat batı,işte diplomatik nezakete sadık olan batı işte gerçek batı…Peki o demokrasi neden hala gelmedi Pakistan’a çünkü Müslümanların durulmaya rahat etmeye,huzura hakları yoktur.Bağdat’ta seçimle geleni yok edip kendisine kulluk edeni başa getirdi demokratik olmayan metodlarla.Demokrasi ve tayin ne kadar da uygun değilm i birbirine.Sahtar bölgesini işgal eden Putin’e de ses çıkaramadı.Gürcistan’da dolmuşa bindirdikleri Sakaaşvili’yi Rusya ‘ya karşı kışkırtıp savaş sokan ABD ve NATO Putin’engel olamayıp Fürcistan’ın üçe bölünmesine sebep oldular.Sakaaşvili de şimdi”yurdunu kaybeden adam”gibi Ukrayna’da Rusya aleyhtarı faaliyetlerle meşguldür.Ukrayna’nın Shtar bölgesini işgal eden Putin’e gücünü gösteremeyenler kıytırık ambargo dedikleri işlerle hava atmaktadırlar.Türkiye’nin Rus uçağının düşürülmesine en çok sevinen ABD ve AB ülkeleri oldu.Çünkü o “karşı konulmaz bir devasa güç olarak görüp korktukları Rusya meğer  o kadar da güçlü değilmiş”diye ellerini ovalamaktadırlar.Burnu sürtülen,gururu kırılan modern çar da bu endişe ve kızgınlıkla tehditler savurmakta, kuru gürültü yapmaktadır. ABD ve Rusya “Türkiye dindarlaşıyor” diye plan üstüne plan uygulamaktadırlar.Keşke dindarlaşsak da batının hegomanyasından kurtulsak.Türk dünyasında bir “aksakallar komitesi” ve “hatun kızlar komitesi” vardır.Batılı bir tabir olan kuzey ülkeleri kökenli”ombusmanlık” kelimesinin arkasına takılanlar bunları neden görmezlikten gelirler?Hem idari mekanizmanın hem de adlimahkemenin ilk ayağı olan ve birçok mesele daha yukarılara aksetmeden halledilen bu sistem neden dikkate şayan olamamktadır? Türk olduğu için mi yoksa milli oluşundan mıdır? Çok mu batılılaştık yoksa fazla mı demokratikleştik?Hele bir de “istişare” geleneğimiz var ki demokrasi filan halt etsin.Bu sistem de göz ardı edilmektedir.Öze dönelim,özümüze dönelim,öz değerlerimize sahip çıkalım.İşte o zaman batılıların plan üstüne plan yapmalarına uygulamalarına imkan ve fırsat kalamayacak biz de rahat edeceğiz.Batını kendini beğenmiş burnu havada demokrasisinden daha kıymetli daha mütevazi daha makbuldür diye düşünürüm.

Yukarıda saydığımız sebeplerle “batıda İslam düşmanlığı demokrasi düşmanlığını,demokrasi düşmanlığı İslam düşmanlığını doğurdu” diyor bir aydın.Bu gün bu yazıyı yazan ben de demokrasiye gönülden bağlı iken artık milli demokrasi dediğimiz kopya olamayan örflerimizde,törelerimizde yeri olan demokrasi arayışları içerisindedir.

HER SIKIŞTIKLARINDA BAYRAĞA SARILANLAR

Bir dostum iktidarı böyle eleştirmişti. Bayrağı bir ümit bir sığınılacak yer olarak görmek,sıkışmayınca ayaklarının altına almak veya değiştirilmesini istemek hangi kitaba sığar acaba?Türk’ün kitabına sığmayacağı kesin.Arif Nihat Asya sıkışmadan da bayrağa sığınır.Hatta ona seslenerek ”söyle seni nereye dikeyim” diye haykırır. “Savaşın dağlara düşürdüğü zaman kızıllığında ısınır,çöllere düşüldüğünde gölgesine sığınılır”. Bunları ne kızıllığın sıcaklığı ne  de çöllerdeki gölge kabul eder.”Sen bizden değilsin git ne halin varsa gör” diyerek onlardan yüz çevirir.  Bayrak şahsiyet” diye övdüğümüz adamlar, bayraklaşmış, bayrak gibi yükseklerde yer edinmiş ulu insanlardır. Gönlünde yer olmayanlar, gönülden yer vermeyenler sıkışınca “bayrak mitingi” istismara kalkışmak tam bir iki yüzlülük değil mi? Milli değerlerimizin başında bayrak gelir. Bayrağın karşısına çıkıp başka renk,işaret ve şekillerde bayrak arayanların ”bayrağını kapta gel” seslenmelerini manasız ve destek olunmaması gerek bir  iki yüzlülük olarak değerlendirenlere katılmamak mümkün değildir. Bu seçimin malzemesi “bayrak ve milli değerler” olacağı belli oluyor.”Milliyetçiliği ayakları altın alan”, bir insanın yeniden o milliyetçi duyguları, milli değerleri bayrak yapıp meydana çıkması da bayrak severlilik değil bayrak istismarı olsa gerek. Bu tip bayrağa sarılanlara sahtekarlar, mürailer, münafıklar aklınıza ne gelirse o denmez mi? Bunları bir gerçek anlamda bayrağa sarılı görmek şahadet makamına erdiklerini görmek bayrağa saygısızlık olur şimdi yaptıkları gibi. Bayrağa sarılı gelen şehitlere haksızlık olur. Bunların sarılması aldatmacadır.Bir arkadaşımız vardı. 12eylül öncesinde aynı okulda okuyorduk. Milli görüş mensubuydu. Okulda kavga çıkmış, bu arkadaş çokça münafıklık ederdi. Her iki taraf arasında laf taşır tahrik ederdi.Bir olay olmuş, bu da olayların ortasında kalmış.Korkudan ne yapacağını bilemezken aklına şeytanca fikir gelmiş.Bayrağa sarılırsam bayrağa hürmeten bana bir şey yapmazlar” demiş. Ama olaylar öyle çığırından çıkmış ki bu ahlaksızı da bayrağı da yere sermişler. Bakınız şu hilekara, bakınız şu ayyar adama benzemediğe. Bunlar sıkışınca bayrağa sarılmak bir gelenek mi, aslıhu neslihu” denilecek bir zaaf mı? İnsanlarda azıcık da olsa bir milli değer kaygısı varsa bu oyun da bir milli değer saygısızlığıdır.

İkinci bayrağa sarılanlar ise başımızın tacı varlığımızın tek ilacı şehitlerimizdir. Vatanı için şerefi ve namusu için şehit olanların en yüksek makama ermeleri gibi en yüksek saygıya layık olan bayrağa sarılıp bu dünyadan yolcu edilmesi en değerli bayrağa sarılma eylemidir. Bu defa münafıklık yok göz boyama yok kendi arzusu yok tek sebep Allah yolunda şehadet ve karşılığıdır.Elbette yaşamak,yaşatmak,hayatta kalmak her türlü ölümün üzerinde bir durumdur.Sahtekarların ucuz  yoldan “şehitlik makamına ermek isteyenlerin, ”vur kafir, vur da şehit olayım” aymazlığı da dahil olmak üzere her türlü ölümden yaşamak ve yaşatmak daha değerlidir.Lakin hayatını uğrunda feda ettiği vatanının en değerli varlığı olan bayrağa sarılmak da hakkıdır.Zaten bayrağı bayramlarda,düğünlerde(bayrak kaldırmak)bayrakla düğün başlar,kahramanlık günlerinde, zafer zamanında ve savaşlarda ve sehadet olaylarında başımızın üzerinde taşırız.Diğer zamanlarda hep yükseklerde dalgalnır.Yani bayrak en mukaddes günlerimizde  bize bir rehber, bir kılavuz ve yol gösterici olur.Oysa artık seçimlerin de malzemesi yapılmak istenmektedir.Her siyasi zihniyet kendi flamasını alıp gelebilir ancak bu iş bayrağa hiçbir toplantılarında yer vermeyenlerin istismarından farkı olmadığı kanaatindeyim.

Bayrağa sarılmak …Mehmet Akif,”Sa’ye sarıl hakka ram ol; bilmiyorum varsa bundan başka çıkar yol” diyor ya bayrağa sarılmak elbette sıkı sıkıya yapışmak,ayrılmamacasına tutunmak her vatandaşın şiarı olmalıdır.Ama bayrağını kap da gel davetleri birer istismar olmaktan öte bir iş olmadığına inanmaktayım.Zaten son zamanlardaki gibi bayrak saygısızlığı okullarda öğretilmeseydi,soyal çevrelerde aşılanmasaydı bu günkü istismar da olmazdı.Bayrak saygın yerinde sayılı bir şekilde gönüllerde ki yerini muhafaza ederdi.Cemaatlerin uyuşturma operasyonlarından geçip, mankurtlaştırılıp, milli sinir uçları köreltilip “işte tam bir mahluka benzedin “denilerek ortalığa salınması bayrak gibi milli değerlerimize saygıyı azaltmış saygısızlığı son noktaya getirmiştir.Şimdi gençler için doyduğu yer vatandır.O doyulan yerde ister bayrak olmasın,ister başkasının ayakları altında zillet içerisinde yaşasın hiç önemi yoktur.Bayraksız,vatansız,İstiklal marşı olmayan,kahramanları yok edilen ama zenginleşmiş,ensesi kalınlaşmış babası gibi,dünyaya midesinden bağlı insan azmanı adam kılığındaki varlıklar türemiştir.Onlar için vatan tehlikede olmuş,bayarak yerlerde sürünmüş,milli marşımız çalınmamış hiç öneli değildir.Yandaş, adamların yardımıyla soydukları vatan onlar için geçici bir alandır.Orada eğlenceye,madde imparatorluğuna,dünyevileşmeye dünya vatandaşı olmaya yarayan ne kadar olumsuzluk varsa şahsında toplayıp sıkışınca da pılıyı pırtıyı toplayıp kaçacaklardır gönüllerinde yere.O yer ki yıllardır “gavur ülkesi” olarak hakaret edilen aşağılanan yerdir.İşte çok büyük bir canlı örneğini her TV’ larda seyretmekteyiz.

Sıkışınca bayrağa sarılanları kınamamak elde değildir. Bayrağa sarılıp sarmalanıp gönderilenlere elbette hak ettikleri için hayran oluyoruz. Bayrağı sarıp bayraklı  yollanıp bayrakla karşılanmak hep güzel işler ancak  bu işler bayrak üreticilerinin, bayrak satıcılarının işine yarayacaktır. Sıkışınca bayrağa sarılanların tavrı bayarak satarak geçimini sağlayanlarınkinden daha aşağı bir durumdur. Unutmayalım ki, ”Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır; toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” Vatansız bir serseri, vatandan ayrılmış deli, vatanına kastetmiş hain…Bayrak için akıtacak kanı olmayan kansızlarla da can verme makamında bulunamayan canı cehennem adamlarla bu milletin işi olamaz.

“KARDEŞLİK PROJESİ”Nİ, KALLEŞLİK PROJESİ HALİNE GETİRENLER

  Hükümetin üç yıl evvel uygulamaya başladığı ve adını sıkıştıkça değiştirdiği,”Kürt Açılımı” projesi vardı. Sonra adına ”demokratik açılım” denildi.En son kulağa hoş gelen bir isim buldular,”kardeşlik projesi” diye adlandırdılar. Bu projenin düzgün yürümediğini hem muhalefet anlattı, hem de orada görevli bürokratlar,memleket sevdalısı  esnaf ve korucular ifade ettiler. Bu işin kardeşlik projesi olmaktan çıkmak üzere olduğunu, sanki bir “kalleşlik  olarak devam ettiğini”  ifade ettiler. Çünkü başlangıçtaki hiçbir anlaşma uygulanmadı. Bunu mahalli idareciler de, halk da biliyordu. Kimi halk korkudan ses çıkarmasa da devleti temsil eden yürekli adamlar da vardı.Bunlar,”imdat!”diye bağırırken ya istifa ettirildiler ya da görevden alınıp pasifize edildiler. Şimdi de “ bu halin sorumlusu bölgedeki bürokratlarıdır” demek hem hakkaniyetle bağdaşmaz, hem de suçu başkasına atmaktır.Onları atayan güç, onları denetleyen güç, onların pasifliklerini de görmüyor muydu? Emir kulu olan bu insanlara kabahati atmak işin içinden sıyrılmak haksızlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü onların tayin edilmesi için hangi oyunların döndüğünü herkes bilir. Sağlam referansı olmayanı tayin etmezler. Sizi temsil eden adamın yaptıklarından sorumlusunuz. Hesap sormak hakkınızken,hesap sormadıysanız da sorumlusunuz.

Bu projenin yürümeyeceğini ilk uygulama ve beyanatlardan anlamayan yoktu.Ancak baldıran zehri diye tabir edilen bu işten dönmek de imkansızdı.Baldıran güzel bir söz ama bunu ballandıran zehir olmaktan çıkaran bir şey vardı.O da sessiz kalmak ,olayları akışına bırakmak ve görmezden gelmek”.Bu kadar ton patlayıcı nasıl sokulur,depolanır anlamak imkansız.O kocaman docka silahlarını taşımak,  keçilerin bile çıkmakta zorlanacakları dağ başına o ağır silahı monte etmek hangi güç sayesinde olmuştur? Devlet adamları ne yaptılar ve neden iş yaptırılmadılar? Muhatabınız bir terörist gurubu.Bunlarla müzakere ancak onların uslubunca yapılır. BM’de temas etmiyorsunuz.Bir tarafta kırk bin kişinin katili,diğer tarafta eli silahlı “vururum ha” diye tehdit eden eşkıya ve hemen her gün muhatap olduğunuz silahı yakın zamanda bırakıp meclise girmiş dağdakilerle poz vermeyi geleceğe yatırım olarak görüp yılışan insanlar var.Bu işin terör örgütünün istekleri bitmeyeceği için akim kalacağı belliydi ancak bir defa daha denmeliydi.İşte olanlar.Bu üç yılda yapılan yanlışlıkların temizlenmesi öyle üç ay üç yıl değil belki daha uzun yıllar alacaktır.Kandil’e bomba yağdırırken sınırlarımızın içerisin kontrol edemiyoruz.Eşkiya başı,”üç yıldır Hakkari’nin idaresi bizde ancak hükümet duyurmadı “diyor.Peki bunların bir iyi niyet mi kandırma mı yoksa yanlış hesap mı olduğunu kim sorguladı bu zamana kadar?

Olayları izah etmekte elbette devletin elindeki bilgiler yeterlidir. Ama bunların gereğini bürokratlar değil siyasi irade karar verir tatbik etmeyeni de uzaklaştırır. Yapılmış mıdır, bir örneği var mıdır? Yolları çukurları polis ve asker mezarına çeviren bu alçaklara güvenmek onlarla haber yapacağım diye yollara düşenlerden de yanlışlıklarının hesabını sormak gerekir.

Elbette işimiz çetin zor ama imkansız değildir. Çetin yolların nasıl aşılacağını millet biliyor. Bir kaç günlük “pencereden görünme” hadisesi bile hayatı durdurmuşken iş başına gelecek bir Milli hakimiyet bunların kökünü iki ayda kazıyacak ve de kan akmadan defolup gideceklerdir.Tercih milletindir.Basit bir seçim atraksiyonu değil ağır bir imtihandır bu seçim. Şu halin sorumluları ile bu halin sonuçları hususunda hesaplaşmak ancak o zaman imkan dahilinde olacaktır.Tercih milletin olduğu gibi sonuçlarına katlanmak da millete düşecektir unutmayalım.

Bu RSS beslemesine abone ol