ALEVİ DEDELERİNE MAAŞ
Hükümetin yeni hazırlamakta olduğu ileri sürülen bir proje ile “alevi dedelerine maaş bağlanacağı” iddia edilmektedir. Bunun hükümet açışından bir mahzuru olmadığı gibi “gönül alma işini becererek yeni oy pınarı,belki de esas hesap budur.Zaten aleviler oyvermeseler de diğerlerinden alınan oylar yeterlidir.Sadece alevilerden istenen sessiz ve sakin dursunlar,huzur ve sükunu bozmasınlar yeterlidir.Maksadın bu olacağını tahmin ediyorum.Zaten bütün alevilerin oylarının alınması da imkansızdır.Benim esas dikkat çekmek istediğim nokta başka.
“Mele” denilerek sadece çeşitli merkezlerde dini eğitim almış, diploması olmayan ancak halk tarafından sözlerine, söylediklerine itibar edilen”molla” da denilebilecek güneydoğu ve doğulu adamların maaşa bağlanması sırasında düşünülse daha iyi olmaz mıydı?Hem meleler hiç tereddütsüz bu maaşı kabul ederlerken acaba dedeler bunu kabul edecekler mi?Bundan kırk –elli yıl önce pek çok dini tahsil görmüş baba,oğlunun bir camide devlet tarafından görevlendirilmesine karşılık maaş bağlanmasınakarşıydılar.Yaşar Nuri hocanın babası da “devletten maaş alırsan bu eve sokma” demiş.Kendisinin anlattığına göre bu zamanda devletin maaşını kabul etmek istememişler.Peki alevi dedeleri bunu nasıl karşılar,kabul ederler mi?
Alevi camiası gibi dedeler de pek çok farklı fraksiyonlara bölünmüş durumdadır.Ilımlısından,tavizsiz itikadi bağımlılığa,ateistinden,İran hesabına çalışanına,Suriye yanlısı aleviden, Ermeni dönmesi ama kamufle olmakiçin alevi pozlarına girenlere kadar pek çok fraksiyon…Bunlardan en önemlisi,en tutarlısı ve en temsil gücü fazla olanı elbette Hacıbektaş alevileri ve dedeleridir. İşte bu maaşı Hacıbektaş dedeleri kabul eder mi ? “diye düşünüyorum.Çünkü,Diyanet İşleri eski başkanı Sayın Ali Bardakoğlu döneminde Hacıbektaş dedesini de diyanetin hesabından hacca götürmek istemişler.Alevilik konusunda araştırmaları,çalışmaları olan diyanet müfettişi Abdülkadir Sezgin hocaya görev vermiş.”Git görüş bakalım ikna edersen hacca götürelim” demişler.Abdülkadir Sezgin hoca Hacıbektaş’a gelmiş dede ile görüşmüş.Dede itiraz etmiş.Çünkü masraflar diyanetin hacılardan kestiği fondan karşılanacakmış.”Beni hacca götüreceğinizden kesinti yapılan hacıların haberi var mı”.demişler.Elbette hayır.Dede şu ders mahiyetindeki sözü söylemiş. Biz çocuklarımıza “alınteriniz olmayan,elinizin teri sinmeyen hiçbir şeyi kabul etmeyiniz” deriz. Şimdi bu işte benim hakkım var mıdır?Verdiğim dersi kendim nasıl unuturum”demiş.”Ancak şu şekilde davetinize icabet edebilirim. Hanımile konuşayım,maddi durumumuza da bakayım,size haber veririz” demiş.Yani kendi kesemizden olursa”evet” deriz demiş.Zaman geçmiş ama dönmemişler.Çünkü burslu öğrenci okutmaktaymışlar.Abdülkadir Sezgin hoca dönüşünde olayı olduğu gibi anlatmış. Sayın Bardakoğlu da”keşke bütün müftülerimiz de,din görevlilerimiz de bu kadar hassas,bu kadar hakşinas olabilseler” demişler.Kendisi de” sadece müftüler değil bütün diyanet camiası bu dede kadar hassas olabilse, dürüst olabilse” diye cevap vermiş.Bunları bizzat hocadan işittim.Hal böyleyken alevilerin hürmet ettiği bir dede böyle düşünürken başka dedeler ne düşünür, bunun bir kandırmaca olup-olmadığı konusunda hemfikir olabilirler mi bilemem.Şayet Hacıbektaş dedesine bağlılıkları varsa ,hepsi de meleye verilene karşılık sus payı olduğu konusunda konsensüs sağlayabilirlerse kabul görür mü?Benim kanaatim kabul görmeyeceği,molla veya meleler gibi en azından balıklama atlanmayacağı,peşinen kabul görmeyeceğini düşünmekteyim.Ayrıca işin bir başka yönü de,her isyan edene,her ayağa kalkana ulufe dağıtırcasına sus payı vermenin devlet olma vasfı ile pek bağdaşmayabileceğini düşünenlerdenim.Şayet adamın hakkıysa ayağa kalkmadan verilmelidir.Hakkı değilse de ayağa da kalksa karşılık bulmamalıdır.Osmanlıdaki isyanlara dönüşür iş korkarım.Hem İç Anadolu insanı isyan etmiyorsa,silaha sarılmıyorsa,devletine bağlı,milletine aşık bu insanların kurtuluşu Akif’in tabiriyle” mahşere mi kaldı bu biçarelerin felahı” acaba?
Son olaylarda İran parmağının olması, yedi yüz dedeyi Tahran’a götürüp beslemeleri en çarpıcı noktadır.2007 yılında İran üzerinden Azerbaycan’a gidecektim. Tebriz’e kadar bir taksi tuttum.O günlerde de yine İran’ın nükleer krizi vardı.ABD ve batıya karşı sadece Türkiye ve Brezilya İran’ı koruyordu,destekliyordu.Taksicinin yanındaki akademisyen adamın Halkın Mücahitlerinden” olduğunu “Ben Paris’te yaşamaktayım.Server Tanilli iyi dostum” sözünden anladım. “Türkiye ,İran’ın nükleer silah yapmasına karşı mı taraftar mı?”diye sordu.Benim cevabım “siz bu silahı Rusya’ya atmazsınız,ABD’ye atacak uzun menzilli füzeniz yok.Ancak ve ancak ya Türkiye’ye veya Pakistan’a veya Irak’a atabilirsiniz.(Pakistan ve Irak şii olduğu için oralara da atmazlar.Sadece Türkiye hedef ülke).Bize atmayacaksanız taraftarız,zaten bizden başka sizi destekleyen var mı?”demiştim.İşte atom bombasını kime atarmış İran gördük bu yedi yüz dedeyi Tahran’a götürüp eylemleri başlatmasıyla.Ayrıca yeni yapılacak köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesine Türkiye’deki aleviler değil İran bağlantılı,İran destekli aleviler karşı çıkmaktadırlar.Adeta Yavuz zamanındaki gibi, Şah İsmail düşüncesindeki adamların anlayışı gibi bir durum. Zaten 1979 yılında devrimin ilk yıllarında, ilk yabancı misafir olarak Erbakan Hoca’nın gönderdiği Avrupa Milli Görüş Teşkilatı başkanının Humeyni’ye “artık şia-sünni farklılıklarının kalkması mümkün olacak mı”?sorusuna,”İlkokul öğrencisi ne zaman üniversiteye hoca olur, o zaman kalkar farklılıklar” cevabı gibi net bir tavır alış.
- Kategori Sefer Aşır Eraslan
- 0